ESERLER

ÇIKTI!



Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Hece, Ankara, 2015.



Bilinçli Yazarın Roman Üzerine Görüşlerine Dair Alçakgönüllü Bir Deneme

Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Serander, Trabzon, 2015.



Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Hece Yayınları, Ankara, 400sf., 2013.


Mustafa Zeki ÇIRAKLI,
VDM Publishing, Saarbrücken, 2010, 188 pages. [ENN Publication List 2010 Germany/Turkey]

(7) OKUMA ALEGORiLERi (Rousseau, Nietzsche, Rilke ve Proust'ta Figürel Dil) Paul de MAN, Çev. Mustafa Zeki ÇIRAKLI, PARADIGMA YAYINLARI, 2009, 356 syf.


Bütün dünyada onbinlerce edebiyat sever tarafından ziyaret edilmiş olan bu platformda şu ana kadar eklenmiş olan "makaleler"e en son çalışmalarımız da eklenerek blog'umuz zenginleştirilecektir. Blog'umuz'un en son güncellenmiş hali ve İngilizce versiyonu çok yakında erişime açılacaktır. İlginize teşekkür ederiz.

Şair Maske Takar mı?


Mustafa Zeki Çıraklı

Aldanma ki şair sözü yalandır...

Bir grup şiir sever tarafından düzenlenen şenliklerde, şairlerin kâğıttan maskelerinin takılması bazı şiir severleri üzdü anlaşılan.

Olay onları üzmekle kalmadı, şiir ve şairin ne olup olmadığı konusunda ciddi bazı tespitlerde bulunulmasına da yol açtı.

Örneğin, “şair ve maske,” “yan yana gelmesi bile asla düşünülemeyecek iki kavram ya da olgu olarak tanımlandı.[1]

Buna göre şair, gerek somut gerekse soyut anlamıyla maske takmaz, takamazdı.

Bu nedenle de maskeli bir kutlama şiir ve şairin varoluş hikmetiyle çelişen bir durumdu.

***

“Şiir günü” diye bir kutlamanın gerekliliği veya tarzıyla ilgili farklı düşünmek ve bu tür kutlamaların biçim ve içeriğine ilişkin farklı önerilerde bulunmak elbette mümkün.

Ancak “şair” ile “maske”yi bir arada düşünememek gibi bir yaklaşım, olsa olsa ifrat olur çünkü sanat bir yönüyle de maskeden ibarettir.

Mezkur yazıda deniyor ki, “maske'ye en uzak kimlik ve kişilik şairdir oysa! Şair, her türden maskeyi, boyayı reddeden ve dolayısıyla 'kendisi olan', en fazla 'kendisi olan' insandır.”[2] Bu doğru olabilir mi?

Sanat ve sanatçı yahut şiir ve şair için imkansız bir saflık ve salt bir subjektiflik vehmetmek, bazı romantiklerin bir zamanlar yaptıkları gibi, sanatı vahiyle, şairi ise peygamberle (Godlike poet) kıyaslamak olmaz mı?

Hakikat arayışı ve derinlemesine oluş tecrübeleri bakımından, sanat, hem toplum hem fert için her ne kadar hayatî bir önem taşısa da, sanatı ve sanatçıyı insanüstü mertebelere çıkartıp yüceltmek, onlara kutsiyet atfetmek pek doğru bir tavır olmasa gerek.

Sanatı bir maske olarak görmek de mümkündür; sanatçı ise, olsa olsa o maskeyi inşa eden, yaratan, kendi tecrübelerinden yola çıkarak onu dışlaştıran derin duygu ve ince duyarlılığın sahibidir.

***

Şiir ve maskenin bir arada düşünülmesinin başlıca iki sebebinden söz edilebilir; ki bunlardan birincisi, sanatın/şiirin bir seçme, soyutlama, çarpıtma, değiştirme ve kurgu ürünü olmasıdır. [3]

Şair de dış ve iç dünyaya yönelir (his ve duyguyla olduğu kadar zihinle de); ancak onun eşyayla ve kendi ben’iyle kurduğu derin ilişkiden ifadesi imkansız sıradışı tecrübeler doğar.

Şairin farkı bu tecrübeyi dışavuracağı bir yönteme sahip olmasıdır.

Bu yöntem, sonradan edinilmiş teknik bilgi ile doğuştan yeteneğin (dehanın) birlikte hareket etmesiyle yolunu bulur.

Ressamın elinde renkleri, fırçası ve tuvali olduğu gibi, şairin elinde kelimeleri ve dil aleti vardır (tabiî kelimeler renklerden daha aşkın, karmaşık, çağrışımlı ve büyülü, aynı zamanda hain malzemelerdir).

Sanat kullandığı malzemeyi oluşum süreci içinde değiştirip, dönüştürür.

Tecrübenin dışlaştırılmasında hiç bir seçme, tecrit, çarpıtma ve kurguya başvurmaksızın salt doğruyu aktarmak olanaksız, üstelik sanatın doğasına da aykırı bir durumdur.

Çünkü sanat şu veya bu şekilde araya bir perde gerecektir.

Toplumun rüyalarını görürken saf ve samimi olabilen sanatçı, bu rüyaları aktarırken araya girecek perdelerden kurtulamaz.

Bu perde, şiirde kelimelerden örülü bir dil perdesi olacaktır.

Sanat ve şiir öncelikle bir anlatım, bir ifadedir (hayat ise olmakta olandır, anlatım değildir); ve maskeleyecektir.

Maskeledikçe, örttükçe, çarpıttıkça, basitleştirdikçe, değiştirdikçe veya kapattıkça güzelleşecek, incelecek, ifade imkanını azamileştirecektir.

Şiir kelimelerle oynadıkça “teshir” kabiliyetini artıracak, bazen hem kulağa hem göze hitap eden oyunlara (aliterasyon, hurufî şiirler vs.) başvuracak, bazen yalınlığı, bazen simgeciliği abartacaktır.

O halde, şiirdeki her imge, simge, ses ve dizgeye, kullanılan her sanata ve tabiî ki başta dilin bizzat kendisine bir maske olarak bakılabilir.

***

Şiir ve maskenin bir arada düşünülebilmesini mümkün kılan ve üzerinde durulmaya değer ikinci husus ise, gerçek sanatın/şiirin öznel deneyim veya hayalgücünden hareket eden ama nihayetinde evrensel insanın (everyman) sesini duyurmayı hedefleyen bir çabayı taşımasıdır.

Yani sanatçının samimiyeti, aktardığı tecrübenin yüzeysel/bilimsel/düşünsel sahiciliğinde değil, o bireysel, özel ve sıradan tecrübenin “insan” ve “insanlık durumu”na ilişkin evrensel bir şey duyumsatabilmesinde aranmalıdır; çünkü, şiirin bizzat kendisi insana dair “öz”ün bir kanıtı olarak karşımızda durmalıdır.

Şair, bunu sağlamak için insanın yüzünü, şiire özgü bir ışık tutarak yeniden gösterecek, sesini ise şiirin yer yer gizemli ve sonsuz koridorlarında kendine has yöntemlerle, biraz da kelimelerdeki çağrışım ve tını zenginliğinin yardımıyla yeniden yankılandıracaktır.

Hiç bir gerçek şair, kendi şahsî mesele ve deneyimleriyle okurunu meşgul etme peşinde olamayacağına göre, şiirde görülen suretler ve duyulan sesler tekil insana ait olmayacaktır.

Sanatçının derdi, başında ve sonunda evrensel insandır.

Bu haliyle şiir, artık bireysel ve özel tecrübenin dışavurumunu aşan, evrensel planda kendine bir yer tutan, ve kendi dışında başka tüm ölçütleri yadsıyan bir şeydir ve otobiyoğrafik/ historik insan tasvirinden daha farklı bir varoluşa, kelimelerden örülü bir tür maskeye, tekabül eder.

***

Girişteki epigrafa gelince, bu elbette tevili mümkün bir ifadedir ve yoruma açıktır.

Ancak, sanat ve dilin doğası dikkate alınarak söylendiği kuşkulu olmasına rağmen, bu mısranın, şairane bir sezgiyle, bir hakikate işaret ettiğinin altını çizmek gerek.

O da şudur: “şair sözü” literal değil, metaforik (yani bir tür yalan/maske)’dir. [4]



[1] Maskaralık: Şairler 'maske' takmış!..,” Yeni Şafak, 27.03.2006.

[2] Deniz, a.g.y.

[3] O yüzden “art makes the strange familiar and the familiar new” yani “sanat bizi yabancı olan şeye aşina kılar, aşina olduğumuzu ise yeni bir kılığa sokar” denmiştir.

[4] Aslında dilin –geleneksel anlamda/kullanımda- baştan sona metaforik olduğuna dair çok önemli tartışmalar mevcut ama burada bu konuya girmiyor, çok genel bir ayrımla yetiniyoruz.

2 comments:

  1. Şiir bir kelime oyunundan ibarettir; kelimelerin en süslü haliyle biraz da abartıyla karışık önümüze serildiğini görürüz.Şiirin başarılı olması için saklı kalmış duyguları, hisleri ortaya çıkarması,belki de kişinin ifade edemediği duygularına mısralarda tercüman olması; herkesin kendinden bir şey bulması bu yüzden de nabza göre şerbet dağıtması gerekir.

    ReplyDelete
  2. okudum iyide şiir deyince neden poet poetic gibi kavramlardan yola çıkılır halbuki bizde halk şairleri vardır ustasından bade alır onların söylediği şiir değilmidir ve onlar hakikati maskesiz terennüm edememektedir? Şeyh galibe gelince onun söylediği sözün ne iskender palalar ne de büyük isimlerimizin doğru düzgün açıklayabileceğini zannetmiyorum çünkü bir mevlevi şeyhinin(şeyh galib) tevhide dayalı söyleminin ve mevleviliğin yakaladığı kimi hakikatlere işaret etme gayretinin günümüz dünyasında anlaşılmasının zor olduğunu dşünüyorum eğer saf ve pür bir tevhid anlayışından bahsediyorsak. “art makes the strange familiar and the familiar new” yani “sanat bizi yabancı olan şeye aşina kılar, aşina olduğumuzu ise yeni bir kılığa sokar” hakikaten güzel bir söz çünkü bizde batı tarzı sanat ve edebiyat yapmaya çalıştığımız için cuk oturuyor.Fakat hakikat böyle mi olmalı?

    ReplyDelete