ESERLER

ÇIKTI!



Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Hece, Ankara, 2015.



Bilinçli Yazarın Roman Üzerine Görüşlerine Dair Alçakgönüllü Bir Deneme

Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Serander, Trabzon, 2015.



Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Hece Yayınları, Ankara, 400sf., 2013.


Mustafa Zeki ÇIRAKLI,
VDM Publishing, Saarbrücken, 2010, 188 pages. [ENN Publication List 2010 Germany/Turkey]

(7) OKUMA ALEGORiLERi (Rousseau, Nietzsche, Rilke ve Proust'ta Figürel Dil) Paul de MAN, Çev. Mustafa Zeki ÇIRAKLI, PARADIGMA YAYINLARI, 2009, 356 syf.


Bütün dünyada onbinlerce edebiyat sever tarafından ziyaret edilmiş olan bu platformda şu ana kadar eklenmiş olan "makaleler"e en son çalışmalarımız da eklenerek blog'umuz zenginleştirilecektir. Blog'umuz'un en son güncellenmiş hali ve İngilizce versiyonu çok yakında erişime açılacaktır. İlginize teşekkür ederiz.

Cesur Yeni Dünya: Distopya’ya Karşı Shakespeare


Yeni Dünya
Güzellik gerekmiyor burada
Kaybettim aşkımı, kaybettim hayatımı
Bu korku bahçesinde çok şey gördüm
Issız yer, acı otağı

Iron Maiden, Brave New World Albümü, 2000.

Bruce Dickinson kalabalığa doğru kıvrak bir hareketle dizinin üstüne eğdiği ayaklı mikrofondan, gırtlağını yırtarcasına, güzelliğin gerekmediği, aşkın hüküm sürmediği, korkulu, mekanik, anne sevgisinden uzak, hayali bir yerden söz açıyor, Yeni Dünya denen bu yerin aldatmacadan ibaret olduğunu, ruhların esir alındığını haykırıyordu.

Metal müziğin kışkırtıcı ve provoke edici ikliminde sahnedeki ritme kapılmış kalabalık kendinden geçerken, aynı zamanda bu acı dolu isyanla kendine gelmekte, yaşadığı dünyanın anlamsızlığını vurgulayan bir devinim içinde sahneyi çığlıklarla sarsmaktaydı.

Şarkı, “gerçek değil gördüklerin” derken dalgalanan coşkulu kalabalık, “kaybettim düşlerimi” dendiğinde iyice coşuyor, “planlandın ve lanetlendin” kısmında ise daha da protest kesiliyordu.

Aslında Iron Maiden’ın anlattığı yer, kurtarıcısız kalmış modern dünyaydı, ve Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sına[1] apaçık bir göndermeydi.

***

Geniş bir pencereden, Cesur Yeni Dünya, bir modernite taşlamasıdır denebilir.

Fakat bu romanı bir satir (yergi) olarak okumak mümkün olduğu kadar bir ağıt olarak okumak da mümkündür.

Bu, Leon Kass’ın[2] da işaret ettiği gibi, ölen insanlığa ve bu romanda Shakespeare’in temsil ettiği yitik kadim değerlere bir ağıttır elbet.

Moderniteden önce insan doğanın bir parçasıyken, moderniteden sonra kendini doğanın üstünde konumlandırmıştır.Bu durum insanı tabiatın dışına itmiş, gerek kendisine gerekse doğaya yabancılaştırmıştır. Bütün bunların sonucunda insan özgürleştiğini düşündükçe köleleşmiş, teknoloji ve tüketimle içli-dışlı oldukça da insanlığını kaybetmeye başlamıştır.

Bu yüzden, Kass, “modernite projesi sapkın bir distopyadır” der.

Kass’a göre Cesur Yeni Dünya’nın yönelttiği temel eleştiri idare rejiminin totaliter oluşu değil, insanın kutsaldan uzaklaştırılması ve teknolojinin kölesi haline getirilmesidir.

İster totaliter ister demokratik olsun modern seküler dünyada insanlığın vardığı/varacağı nokta insanlığını kaybetmektir.

Tanrı ve aşk’ın sürgün edildiği böyle bir dünya ancak modern kapitalist dünyanın bir alegorisi olabilir ona göre.

Özellikle klonlama, sperm bankaları ve organ nakli gibi çok zor operasyonların başarıyla gerçekleştirildiği ileri biyo-teknoloji dünyası dikkate alındığında, Cesur Yeni Dünya modern dünyayı resmeder görünmektedir.

Nitekim romandaki soma (uyuşturucu), orgy (sınırsız ve aşksız cinsellik) ve laboratuar ortamında “bokanovski” prosesi ile annesiz üretilen çocuklar bu düşünceyi destekler.[3]

***

Huxley, zor olanı dener ve bu insansızlaştırılmış dünyanın karşısına Shakespeare’in sözcüsü bir karakterle çıkar.

Bu karakter açısından bakıldığında, okuru trajik bir hikâye beklemekte, onun şahsında Shakespeare’in temsil ettiği değerlere bir ağıt yakılmaktadır.

John’un annesi Yeni Dünyalı olmasına rağmen, talihsiz bir unutkanlık neticesinde orada kalmış ve John, aslında ait olmadığı bu eski dünyada doğmuştur. Ten rengi eski dünya insanlarından farklı olduğu ve annesinin adı kötüye çıktığı için dışlanan John, yıllar sonra döndüğü Yeni Dünya’ya da ait olmadığını kısa sürede anlayacaktır.

Okumayı Embriyonun Kimyasal ve Bakteriyolojik Olarak Biçimlendirilmesi ve Shakespeare’in Bütün Eserleri adlı kitaplardan öğrenmiştir. Bu iki kitap kahramanımızın biyolojik ve kültürel/ruhsal kökenlerine birer atıftır aslında. Bu kitaplardan ikincisi onun hayatı algılamada tek rehberi olmuş, dünyaya ve ondaki çelişki ve saçmalıklara şairane bir gözle bakmasını sağlamıştır.

Eski Dünya’dan gelerek bu duygusuz ve ruhsuz Yeni Dünya’ya misafir olan John, Shakespeare’den tevarüs ettiği entelektüel ve duygusal birikimini kullanarak bu dünyayı anlamaya çalışır.

Fakat John, Yeni Dünyalıların gözünde de bir yabancı/öteki, romandaki ifadesiyle söylersek tam bir bir Yaban (the Savage)’dır.

Geldiği bu Yeni Dünya’da deyim yerindeyse adeta bir sirk maymununa döner.

Yeni Dünyalıların onu ilginç, egzotik ve farklı bulduklarında kuşku yoktur.

John, kısa sürede bu dünyanın ruhsuzluğuna isyan ederek bir Deniz Feneri’nde inziva’ya çekilse deYeni Dünyalılar onu orada da bulacaktır.

***

John sahip olduğu değerleri Shakespeare’in eserlerinde yatan engin bilgi ve hikmetlerden derlemiştir.

Shakespeare sayesinde karmaşık duygu ve düşüncelerini ifade edebilme imkanı bulan John, Yeni Dünya’nın saçmalıklarını da bu sayede dile getirebilmiştir.

Mustapha Mond’un retorik gücüne karşı Shakespeare’in dizeleriyle direnmeye çalışır.

Fakat bu durum, zaman zaman onun Yeni Dünya gerçeğini anlamasını geciktiren bir husus olur.

Ama hiç yoktan şunu anlayacaktır:

Shakespeare’den insana dair her ne öğrendiyse, istikrar, düzen ve sığ mutluluk adına bu Yeni Dünya’da ondan vazgeçilmiştir.

Tıpkı bir Shakespeare karakteri gibi kendi yaşamına son verirken, ayak uyduramadığı düzene karşı tattığı yenilgiden kendinden sonrakiler için devşirmeye çalıştığı bir umut ışığı var gibidir.

***

Yeni, yepyeni dünyaya karşı John Shakespeare oyunlarından fırlamış bir karakter gibidir.

Mesela, annesiyle ilişkisi olan Eski Dünyalı Popé’a karşı iğrenme duygusunu Hamlet’ten dizelerle ifade eder. “ Onu sarhoş yatağında uyurken, ya da öfkesinde, ya da ahlaksızlığın kol gezdiği sefil yatağında” gebertmek istediğini söyler.

Yaşadıkları bir bakıma trajikomiktir. Yine de Shakespeare’in dizeleri ile hep bir ironinin altını çizer.

Eski Dünya’da yerli halk tarafından dışlanan John’un Macbeth’e yaptığı gönderme manidardır: Neptün gezegeninin bütün okyanusları bir araya gelse Macbeth’in ellerindeki kanı temizleyemez.[4] Burada alnındaki “öteki” mührü silinemeyeceğine işaret eder.

Oysa, Yeni Dünya’dan gelenler John’daki bu aidiyet boşluğunun verdiği acıyı anlayamaz.

Yine Macbeth’ten yaptığı şu alıntı, John’daki derin bugün boşluğunu ve yarın ümidini gözler önüne sermektedir:

“Yarın, ve yarın, ve yarın… günbegün küçük adımlarla ilerliyor..”

Fakat ilerleyen zamanın John’u yaklaştırdığı son, ümit ettiği son olmayacaktır.

Lenina ve Bernard onu Yeni Dünya’ya götüreceklerini söylediklerinde The Tempest’tan yaptığı alıntı yine oldukça ironiktir:

“Vay be! Amma da güzel insan toplanmış burda, ne güzel yeni, yepyeni dünya” deyince, Bernard John’u erken karar vermemesi konusunda uyarır.

***

Shakespeare, John’un Yeni Dünyalı kadın sterotipi Lenina’yı anlamasına yetmeyecek, John, Lenina’ya duyduğu aşkı salt cinselliğe indirgemekte zorlanacaktır.

John’un Lenina’ya karşı ilk hislerini Troilus ve Cressida’dan şu dizelerle ifade ettiği görülür:

“Onun gözleri, onun saçları, onun yanakları, onun endamı, onun ıslak dudakları.. sığmaz kelimelere, ve ellerinin beyazlığı yanında bütün beyazlar mürekkep karası…”

Yine Romeo ve Juliet’e atıfta bulunarak Lenina’ya duyduğu dokunma arzusunu şöyle belirtir: “Ellerim saygısızlık edip dokunursa bu kutsal emanete, günah olur.. dudaklarım iki aciz hac yolcusu gibi bu kabalığı yumuşak öpüşlerle düzeltsinler” der.

Oysa, Yeni Dünya’da insanları oyalamak ve eğlendirmek (aynı zamanda şartlandırmak / güdülemek) için şu tip şarkılar/tekerlemeler üretilmektedir:

Sarıl bana yut beni tatlım

Öp beni, komaya sok beni, gel!

Sarıl bana tatlım, hüp diye içine çek

Sevişmek soma kadar güzel!

Modern dünyanın anlamsız ve saçma reklam teaser’ları cinsinden tekerlemelerle oyalanmış aşk ve tutkudan bihaber Lenina ve onun dünyası dikkate alındığında Shakespeare’in dizeleri derin bir çelişkiye işaret etmektedir. Yeni Dünya’da Shakespeare’e yer olmadığı roman ilerledikçe John’un yaşadığı hayal kırıklıklarıyla daha belirgin ortaya çıkacaktır.

***

John’a göre kutsallık, iyilik ve sonsuzluk bizim bakış açımızda ve kelimelerimizde gizlidir.

Antony ve Kleopatra’dan bir dizeyle dile getirir bunu: “Ebediyet gözlerimizde ve dudaklarımızdaydı.”

John’un Helmholtz ile buluştuğu sahnede Shakespeare’den parçalar okuyan John, Romeo’nun anne babasından Paris ile evlenmesini ertelemeleri için yalvardığı kısmı okuduğunda, o ana kadar dizelerden etkilenmiş olan Helmholtz’un gülmeye başlaması John’u yaralar.

John içinde bulunduğu çelişkili durumun ise hâlâ tam farkına varamamıştır.

***

Shakepeare’in Yeni Dünya’daki yeri/yersizliği, tipik Yeni Dünya Kadını Lenina’nın salt cinsel dürtülerle ve soma etkisiyle John’u ayartmak üzere onun evine gittiği sahnede kendini gösterir.

John gerçek aşkın peşindedir ve Lenina’yı o halde görmekten pek de hoşnut olmaz. Yine safça bir tutum içinde, Shakespeare’e müracaat ederek, Lenina’ya duygularını açar. Ona aşkını ilan eder ve bir ömrü onunla paylaşmak istediğini, onunla evlenmeyi düşündüğünü belirtir.

Yere diz çöker ve The Tempest’dan uzunca bir bölüm okumaya başlar. Dokunaklı, ağdalı bir dille, Ferdinad’ın Miranda’ya hitabını yineler.

Lenina’yı Miranda gibi saflık ve sadakat sembolü bir karakterle kıyaslaması John’un Yeni Dünya’ya karşı aymazlığını gösterir.

Nitekim, onun bu coşkulu aşk söylemine karşı Lenina’nın sadece şehvetle cevap vermeye kalkması karşısında neye uğradığını şaşıran John, Othello’dan alıntı yaparak, “Orospu!” diye haykırır, “bu ne cürüm böyle” der, “bak yaptığının kokusunu duymamak için Tanrı bile burnunu tıkamakta” diyerek inler.

King Lear’dan bu kez kadınların iğrençliklerini konu alan uzunca bir bölüm daha okur ve Twelfth Night’tan şu dizeyle Lenina’nın “ahlaksız teklifi”ne karşı koyar:

“Ancak kendime hakim olursam, kendim olurum!”

***

Annesinin ölümü sırasında Yeni Dünyalıların ölüm karşısında takındıkları rahatsız edici tavır ve kayıtsızlık, en az Lenina olayı kadar sarsar John’u.

Ne Shakespeare’e ne de kendisine bu Yeni Dünya’da yer olmadığını anlar.

Tıpkı Tanrı’ya ve kutsala olmadığı gibi.

Mustapha Mond ile giriştikleri tartışmada, Mond, 18. yy. Fransız filozofu Maine de Biran ile 19 yy. Katolik Kardinal Newman’ın kitaplarını ve İncil’i göstererek, Tanrı’dan habersiz olmadığını ortaya koyar. Ona göre, din duygusu insandaki eksiklik hissi ve ölüm karşısında geliştirilmiş bir savunma mekanizmasıdır. Eğer der, Mond, insanları mutluluğun ne olduğu konusunda iyice şartlandırır ve o doğrultuda ihtiyaç duydukları her şeyi onlara sağlarsak, Tanrı’ya (din/ethos) ve Shakespeare’e (edebiyat/mithos) gerek kalmayacaktır. Mond’a göre insanlar neye inanmaya şartlandırılırsa ona inanacaklardır.

John, Tanrı’nın “soylu, güzel ve karakterli” her şeyin kaynağı olduğunu, ona duyulan ihtiyacın sonsuz ve doldurulamaz olduğunu iddia eder. Bilinç, acı ve seçme hakkı olmadan, gerçek doyum ve mutluluğun imkânsızlığına değinir. Nasıl şartlandırırsanız şartlandırın, her ne verirseniz verin, insanlar çok derinlerde bir yerlerde bir eksiklik bir huzursuzluk duyacaklardır, der.

Mond’un cevabı hazırdır: O zaman da elimizde soma (uyuşturucu) ve orgy (sex) var der. Bunlar Yeni Dünya’nın içeriğinden soyutlanmış sığ ritüel ihtiyacının araçları olarak sunulmuştur.

Mond’a göre soma “gözyaşı olmayan Hristiyanlıktır.”

John ise gözyaşı ve ıstırabın insan için önemine inanmaktadır. Ne Tanrı’sız, ne şiirsiz, ne tehlikesiz, ne özgürlüksüz, ne sevapsız ne de günahsız bir hayat istemediğini söyler.[5]

Mond, dert etmemesi, zaten bu isteklerinin onu nihayetinde mutsuzluğa götüreceği karşılığını verir.

***

Modernitenin bir iddiası da eskiden yazgının kontrolünde olan yaşamı ele geçirmektir.

Mond ile John arasındaki münazara bölümü, Iron Maiden ve Leon Kass’ın işaret ettiği “Cesur Yeni Dünya eşittir Modernite[6] okumasının ipuçlarını sunar aslında.

Huxley, burada modernitenin insanı koşullandırma teknikleriyle yeni bir mutluluk tanımı yapması ve tüketim yoluyla insanı derinliğine varoluştan koparmayı hedeflemesine gönderme yapar. Iron Maiden’ın solisti Bruce Dickinson’ın şikayet ettiği gibi:

Kaybettim aşkımı, kaybettim hayatımı
Bu korku bahçesinde çok şey gördüm
Yalnız geçen ömrümde
Anne sevgisi yok madem
Geri götür bu yabanı evine
Issız yer, acı otağı
Hiçbir anlamı yok
Sonunu getir bu fikrin

Yok et beynini

Mesih dönmeden önce…[7]

***

Cesur Yeni Dünya’da kendine bir yer edinemeyen John’un deniz fenerindeki inzivası sırasında kendini kırbaçlaması duyduğu ruhsal ıstırabın dışavurumudur bir bakıma.

Gel gör ki, Yeni Dünyalılar için bu sahne bir oyun, bir gösteri, adeta bir ritüel aracıdır. John’u sığındığı o yerde de bulur, soma, dans ve müziğin ayartıcı gücünü kullanarak orgy ritüeline dahil ederler.

Ertesi gün kendine gelen John, derin bir pişmanlık içinde yaşamına son vermeden önce Macbeth, Hamlet ve King Lear’dan dizeler okur. Bunlardan en çarpıcısı Hamlet’in şu sözleridir:

“Uyku: Rüyaya açılan kapı: Ah evet, ölüme dokunuş,

Ölüm uykusu kimbilir hangi rüyalara gebe!”

***

Sonuç olarak, Cesur Yeni Dünya’yı küreselleşme, biyoteknoloji ve internet devriminin gerçekleştiği modern zamanların bir alegorisi olarak okumak mümkündür. Aslında bu romanın bir toplum distopyası olmanın ötesinde bir karakter distopyası olduğu görülür. Roman, kutsalla bağı kopmamış, edebiyat ve gelenekle ilişkisi devam eden insan için pek ümitvar bir tablo çizmez. Modern dünya ne yapıp edip bu insanı ya dışlayarak ya da ayartarak imha edecektir. Shakespeare’in dizeleri ölümsüz olsa da, bu dizelerin hayat verdiği ruhlar için Modern/Yeni Dünya’da bir yer olduğu kuşkuludur. Fakat buna rağmen, bu ölümlerin hangi rüyalara gebe olduğu da elbet bilinemez.



§ Kitap Türkçe’de böyle tanındığı için bu ismi kullandık. Aslında “brave new” demek, “yepyeni” anlamına gelir ve çoğunlukla ironik biçimde kullanılır. Aslında “cüretkâr derecede yeni” anlamında da düşünülebilir. Bu yazıdaki atıflar için Bkz. Aldous Huxley, Brave New World, (London: Vintage) 2007 [1932].

[1] Cesur Yeni Dünya (Brave New World) savaş sonrası totaliter bir rejimle içine kapalı olarak tasarlanmış mekanik bir toplumu anlatır. Burada insanlar tektipleştirilmiş, şartlı refleks metotlarıyla ve çeşitli biyo-kimyasal müdahalelerle duygularından arındırılmış; teknoloji, toplumu kontrol etmenin birincil vasıtası haline getirilmiş; insanlar üretim, tüketim, cinsellik ve uyuşturucu sarmalında ölüm ve aşk hakikatlerini yadsıyacak şekilde özlerine yabancılaştırılmışlardır. Cesur Yeni Dünya’yı distopya kılan asıl unsur, totaliter ve merkezileşmiş idari rejiminden çok bu insansızlaştırma sürecidir. Huxley’nin yarattığı bu dünyada insanlar “Oh Lord!” (Ah Tanrım!) diyeceklerine “Oh Ford” demektedir. Bu ironinin arkasında montaj hattının yani tek tip seri üretimin mucidinin Henry Ford olması yatar.

[2] Kass, Leon R., “Aldous Huxley, Brave New World,First Things, sayı: 10, 2000, ss. 51-52. Ayrıca bkz. Kass, Life, Liberty and the Defence of Bioethics (San Fransisco: Encounter Books), 2002.

[3] Kass, a.g.e., 2002, s.238.

[4] Bkz. Complete Works of Shakespeare. Çeviriler yazara aittir [mzç].

[5] Burada John’un özgür birey olma arzusu açıktır. Nitekim, Chad Walsch’e göre, ütopya toplum için iyi olacağı kabul edilen ya da öngörülen kuralların insan teki için de iyi olacağı kanaatinden yola çıkar; distopya ise gerçek özgürlüğün tekil doğasına işaret eder, buna göre yaratıcı özgürlük ferdiyet fikri etrafında gerçeklik kazanabilir ve topluma nispetle hep azınlık durumundadır. Bkz. From Utopia to Nightmare, (New York: Evanston), 1962.

[6] Burada modernite, postmoderniteyi de kapsar biçimde ele alınmaktadır.

[7] Ünlü Heavy Metal grubu Iron Maiden, “Brave New World” konsepti dahilinde bütün dünyada konserler vermiş ve Modern Dünyanın bunalımını dile getiren sayısız performans gerçekleştirmiştir. Ne var ki, çağdaş sahne performanslarının paradoksu yine modernite kült’ünü ve popüler kültürü yeniden üreten ve içeriksizleştiren sığ ritüel işlevi görmesinde yatar. Teknoloji destekli popüler kültür bütün kutsalları kendi düzeyine çekerek edebiyatı ve diğer soylu/kutsal söylemleri tekerleme düzeyine indirgemeyi başarır. Ayrıca, bkz. Hasan Bülent Kahraman, Kitle Kültürü Kitlelerin Afyonu, Agora kitaplığı, 2003.

No comments:

Post a Comment