ESERLER

ÇIKTI!



Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Hece, Ankara, 2015.



Bilinçli Yazarın Roman Üzerine Görüşlerine Dair Alçakgönüllü Bir Deneme

Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Serander, Trabzon, 2015.



Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Hece Yayınları, Ankara, 400sf., 2013.


Mustafa Zeki ÇIRAKLI,
VDM Publishing, Saarbrücken, 2010, 188 pages. [ENN Publication List 2010 Germany/Turkey]

(7) OKUMA ALEGORiLERi (Rousseau, Nietzsche, Rilke ve Proust'ta Figürel Dil) Paul de MAN, Çev. Mustafa Zeki ÇIRAKLI, PARADIGMA YAYINLARI, 2009, 356 syf.


Bütün dünyada onbinlerce edebiyat sever tarafından ziyaret edilmiş olan bu platformda şu ana kadar eklenmiş olan "makaleler"e en son çalışmalarımız da eklenerek blog'umuz zenginleştirilecektir. Blog'umuz'un en son güncellenmiş hali ve İngilizce versiyonu çok yakında erişime açılacaktır. İlginize teşekkür ederiz.

Sunum Notları (1) : Edebiyat ve Görsellik *

I

Burada görsellik derken özellikle sinema ve televizyonun, edebiyat derken şiir ve romanın kastedildiğini belirtmem lazım.
H.B. Kahraman*, bu durumu açıklamak üzere geçmişe uzanarak, aslında hem görselliğin hem de edebiyatın 16. ve 17. yy.’dan itibaren, yani Avrupa Rönesansı ile birlikte, kabuklarını kırarak devrimci bir değişime uğradığına işaret ediyor.
Buna örnek olarak iki anekdot veriyor:
Bunlardan biri resimde icat edilen adeta yaratılan yeni bir boyut, “perspektif” (Da Vinci); diğeri ise tahkiye sanatında uzak geçmiş ve heroik anlatımlardan vazgeçilerek gündelik yaşama eğilmeyle oluşan “roman” (Rabelais)1.
19. yy.’a kadar Avrupa’da bu iki alandaki gelişmeler birbirine koşut olarak devam ediyor ancak 19. yy. edebiyatın, özellikle romanın damgasını vurduğu bir asır oluyor.
Bu çağda, görsel sanatların aksine edebiyat kitleselleşiyor ve cemiyeti analiz eden, analiz ederken şekillendiren bir unsur olarak çıkıyor karşımıza.
Yani, özellikle roman, sosyolojik bir açılıma dönüşmeyi başararak toplumu etkisi altına alıyor ve büyük klasiklerini veriyor.
***
20. yy.’ın başlarına geldiğimizde görsellik tabir yerindeyse atağa kalkıyor.
Edebiyatta o ana kadar yapılanlar öyle güçlü ki, yazın dünyasındaki modernist akımların görülmesi 1930’ları buluyor.
Oysa görsel alanda özellikle resim ve tiyatro sahne düzenlemesinde daha 1905-7’lerden itibaren büyük değişimler gözleniyor.2
Bunun ilk somut örneği resimdeki “kübist” akım oluyor (Pablo Picasso), yani geleneksel perspektif anlayışının yıkılması.
Artık resim yansıttığı gerçekliği mekânsal ve zamansal anlamda tek bir “açı”ya hapsetmek istemiyor.
Rönesans resmi ve onu takip eden geleneksel resim, diyor Kübistler, aslında olmayan bir şeyi yani perspektifi dayatmışlardır; yani, iki boyutta 3.’yü duyumsatmak.
Ancak bu resimler bir cismin belli bir zamanda belli bir mekânda ve belli bir bakış açısından görünüşünü vermektedirler sadece.
Oysa nesneler evrendeki entropi gereği değişir ve bir cismin sonsuz açıdan görülmesi mümkündür.
Kübizm bu yanılsamalara dayanan gerçeklik anlatımına ilk kafa tutan akım oluyor ve diyor ki tek bir gerçek, tek bir doğru, tek bir bakış açısı olamaz.
Böylece o zamana kadar oluşmuş olan emperatif ve otoriter yani buyurgan ve dayatmacı sanat anlayışına karşı çıkılmış oluyor.
O nedenle Picasso bir bardağı görebileceği sayısız perspektiften yansıtmayı deniyordu örneğin.
***
Aslında yüzyılın başları her alanda büyük değişimleri ve heyecanları beraberinde getiriyor.3
Kübizm ve ona eşlik eden diğer görsel yaklaşımlar mevcut kitlesel heyecanla buluşmayı edebiyattan daha önce başarıyorlar.
Görsel sanatlardaki bu hareketliliğe edebiyatın ayak uydurması zor oluyor ne yazık ki.
Evet, edebiyatta da geleneksel anlatım biçimleri yıkılıp yerine kübizmin yapmaya çalıştığı gibi çok odaklı ve daha enfüsî/subjektif anlatımlar hakim oluyor, edebiyatın dili kullanımında önemli değişimler yaşanıyor ve romanlarda anlatıcının sabit bakış açısı kırılmaya başlıyor.
Ancak, edebiyat artık “avant garde”4 bir sanat oluyor; belli entelektüellerin perestiş ettiği, elit insanların ilgilenip heyecan duyduğu, aristokrat kesimlerin takip ettiği bir sanat.
Kitlesel nüfuzunu ve etkisini yitiriyor edebiyat.
***
1940’lı yıllara böyle geliniyor.
Yani Hollywood Sineması’nın iktidarı tam olarak eline geçirdiği yıllar…


II

İlk bölümde, iki kavramın batıdaki hikâyesine göz atmış, rönesansla birlikte seküler anlamda yeniden canlanan batı kültüründe edebiyat ve görselliğin yeni gelişmeler gösterdiğini söylemiştik.
Ama asıl vurguladığımız şey 20.yy. başlarına kadar edebiyatın hep başat rolünü koruduğu yani “söz”ün değerli ve kutsal bir şey olarak algılanmaya devam ettiği ve kitleleri etkilediği idi.
Şimdi, denbilir ki, neden “söz”ün tarih içindeki macerasını sadece Avrupa ve batı aynasından seyrediyoruz ve bu manzarayı esas alarak değerlendirmeler yapıyoruz?
Bu haklı soruya şöyle yanıt vermek mümkün:
Konumuz “söz”ün “görüntü/imaj” karşısındaki durumu olduğu ve özellikle son birkaç yüz yıldır batının yarattığı ve başını çektiği modern/postmodern durum nihayet tüm insanlığı sarıp sarmalayarak küresel ölçekte kendi yarattığı ve dayattığı bu sorunsalla hepimizi baş başa bıraktığı için.
Bir başka deyişle batı hayalgücünün ürettiği görsellik, hiç görülmemiş bir yoğunluk ve yaygınlıkta, küresel bir etki yarattığı için.
***

Greko-Romen-Hıristiyan batı geleneğinde görsellik ya “mask/tragedya,” ya “heykel ve ikon” ya da “resim ve gravür” olarak edebi şiir, metinler ve İncil'in temsil ettiği “söz”e, akademya, agora yada kilisede eşlik edegelmiştir.
Yine de Socrates’tan modern yazarlara değin, batıda sözün ister nazım ister nesir olsun geçtiğimiz yüzyıla kadar hep en çok önemsenen ve öncelenen bir şey olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek.
Bu nedenle, tiyatro oyunları 20.yy.’a değin görsel hitaptan ziyade söyleyiş kabiliyeti ve sözün gücünü esas almıştır.
Sophocles ve Shakespeare’i ölümsüz kılan görsel sahneleme tekniklerinden çok, şiirin yani sözün kudreti olmuştur.
Bu yüzyıllarda özellikle şiir ve roman kitlesel olmayı başarmanın yanında ciddiye alınan bir sosyolojik ifade biçimi hatta bir tür kutsal olarak da kabul görmüştür.
Özetle 19. yy. edebiyatın hem kitleleri eğlendiren, hem heyecanlandıran hem de herkesin ciddiye aldığı bir sanat olarak algılandığı bir çağ olmuştur.
Aydınlanma ve onu takip eden modernleşme tüm dünyayı kasıp kavurmaya başlayınca, batıdaki söz ve imajın yaşadığı macera evrensel bir boyut kazanmıştır.
Yani, 19. yy romanı ve şiiri diğer milletleri de derinden etkilemiş, oradaki fikir tartışmaları tüm dünyada yankı bulan meseleler haline dönüşmüştür.
Benzer şekilde, görselliğin sözü ve yazıyı gerilettiği 20. yy.’da yaşananlar da küresel ölçekte cereyan etmiştir.
20. yy.’da ise görsellik ön plana geçip deyim yerindeyse “söz düşünce”, bu ikisi arasındaki hesaplaşma batının meselesi olmaktan çıkarak okumuş yazmış herkesi ilgilendirir olmuştur.

***
Bu arada biraz geçmişe dönersek, kadim kültürümüzde görselliğin pek olumlanmamış, batılı anlamda görsel ve plastik sanatların gelişmemiş olduğunu görürüz.
Bunun sebep ve sonuçları ayrıca tartışmaya değer bir konudur; fakat bunda tasvir yasağının çok temel bir rolü olduğunu belirtmekte yarar var.
Bu yüzden bizde Sistine kilisesindeki genesis gravürleri yerine, Süleymaniye’deki bitki ve özellikle çiçek tasvirlerinin yer aldığı çiniler göze çarpar.
Somutlama (teşhis) yerine soyutlama (tecrit) esas alınmıştır.
Tasvirdeki bu ciddi sınırlama yazının bir görsel sanat olarak ortaya çıkmasına yol açmış, hat sanatı böylece temel bir görsel sanat haline dönüşmüş, estetik mahiyet kazanmıştır (Bkz. Aşk Estetiği, B. Ayvazoğlu)
Ancak, tezhip, çini, ebru ya da hat gibi sanatlardaki görsellik batıdaki “mimesis” (Aristoteles, Michalengalo, Auerbach) yani tabiatın canlı-cansız tüm unsurlarıyla olduğu gibi taklidi değildir.
***
Kısacası bizde “söz”ün de macerası batıdaki gibi olmamıştır.
Söz dinsel törenlerin merkezinde yer alan “tek” unsurdur bizde.
İslam etkisindeki kültürde "söz" bir edim (speech act) ve ritüel; gerek kıraat ve sohbet, gerek destan ve hikaye (çoğunlukla manzume) olarak görselliğin eşlik etmediği soyut bir iklimde hakikate işaret etme gayretini, niyetini ve iddiasını sürdürerek var olagelmiştir.5

***
Artık, 1940’lı yıllarla başlayan sinemalı-televizyonlu görsellik çağına değinebilir ve sözün tekrar eski gücüne dönüp dönemeyeceği sorusu sorulabilir; ayrıca “seküler kutsallık” denilen kavram da tartışmaya açılabilir.


____________________________


* Bu ‘sunum/ders notu’nun özellikle ilk bölümünde, Hasan Bülent Kahraman’ın ODTÜ Kitap topluluğu için verdiği seminerin notlarından yararlandım (özellikle Sanatsal Gerçeklikler, Olgular ve Öteleri, Yahya Kemal Rimbaud’yu okudu mu?, Türk Şiiri, Modernizm, Şiir adlı kitapları önemli). İkinci bölüm ve dipnotları ben ekledim.
1 Rönesans resminin aksine İslam tasvir sanatında, örneğin “minyatür”de, perspektif yoktur ya da pek az belirgindir.
Francois Rabeleis’nin Gargantua and Pantagruel’i romanın gelişiminde ilk önemli metinlerden biridir.
2 Yirminci yüzyılın öncü tiyatro akımları olarak özellikle fütürizm, sürealizm, Antonin Artoud’nun kıyıcı tiyatro’su ve dışavurumculuk yani expresyonizm’i sayabiliriz. 30’larda Brecht’in epik tiyatrosunu, Eliot ve Auden’in şiirsel tiyatrosunu buna ekleyebiliriz. Sinemanın çok güçlü bir görsel araç olarak belirdiği 40’lı yıllara kadar görsel sanatların kitlesel ilgiyi toplamasında bu akımlar önemli rol üstlendiler. Örneğin Eliot’ın özellikle tiyatroyla ilgilenmeye çalışmasının ardında, 20. yy’ın görselliğe ilgi duyan insanına ulaşma çabası ve kitlelere/halka inme gayreti yatar diyebiliriz.
3 Einstein’in Hususî (1905) ve Umumî (1912) İzafiyet Teorileri ile , Freud’un Psikoanaliz kuramı belirleyici rol oynamışlardır.
4 “Avant Garde” yani öncü ve seçkinci Modernist edebiyatın başını Joyce ve Woolf ile Ezra Pound ve T.S. Eliot çeker. Proust’un Bergson felsefesiyle birlikte düşünülmesi gereken La Recherche Du Temps (Kayıp Zamanın Peşinde) adlı yapıtının devrimci etkisi ayrıca burada anmaya değer.
5 [Söz denince bizde öncelikle “kelam” yani okunan Kur’an anlaşılmış, ve onun ışığında oluşan sözlü gelenek gerek halk tabakalarında gerekse daha resmî çevrelerde hep itibar görmüştür.
Burada söz ile imge arasındaki hiyerarşi değişimi ve bunun algılamadaki etkisi açısından ilginç bir bir anekdottan da bahsetmeden geçmeyelim:
Derrida metinlerin imgesel özelliğine dikkat çekerken kavramları da görsel metin unsurları olarak değerlendiriyordu. Onları bir söz ya da ses olarak almıyordu.
Kur’an’ın ilk ayeti olan ve sözel bir edime (speech act) işaret eden “oku” emri, folk İslam literatüründe, modernitenin etkisi ve söz-imge hiyerarşisinin de yer değiştirmesi ile, görsel-imgesel bir algılamaya tabi tutularak bir metnin okunması yani “reading” olarak yorumlanagelmiştir. (Burada bir kavram kargaşası oluştu dostlar, galiba bu bölümü yeniden ele almak gerekecek)]

No comments:

Post a Comment