ESERLER

ÇIKTI!



Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Hece, Ankara, 2015.



Bilinçli Yazarın Roman Üzerine Görüşlerine Dair Alçakgönüllü Bir Deneme

Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Serander, Trabzon, 2015.



Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Hece Yayınları, Ankara, 400sf., 2013.


Mustafa Zeki ÇIRAKLI,
VDM Publishing, Saarbrücken, 2010, 188 pages. [ENN Publication List 2010 Germany/Turkey]

(7) OKUMA ALEGORiLERi (Rousseau, Nietzsche, Rilke ve Proust'ta Figürel Dil) Paul de MAN, Çev. Mustafa Zeki ÇIRAKLI, PARADIGMA YAYINLARI, 2009, 356 syf.


Bütün dünyada onbinlerce edebiyat sever tarafından ziyaret edilmiş olan bu platformda şu ana kadar eklenmiş olan "makaleler"e en son çalışmalarımız da eklenerek blog'umuz zenginleştirilecektir. Blog'umuz'un en son güncellenmiş hali ve İngilizce versiyonu çok yakında erişime açılacaktır. İlginize teşekkür ederiz.

Septimus’tan Muvakkit Nuri Efendi’ye Ayar Farkları


Mustafa Zeki Çıraklı


Mekanla olan münasebetimiz sayesinde zamanı anlar, ondaki değişimi mekandaki değişim aynasından takip ederiz.

Güneş battığında bir günün bittiği, hilal dolunay olduğunda bir ayın ortasında olduğumuz, ya da dünya güneşin etrafındaki dönüşünü tamamladığında yeni bir yıla gireceğimiz hükmüne varırız.

Çünkü zaman kavramsallaştırılması pek mümkün görünmeyen, ancak tecrübe ile varlığını duyumsadığımız bir şeydir.

Aynaya baktığımızda yüzümüzde gördüğümüz kırışıklıklar, saçımızdaki aklar, ya da bir bebeğin gün be gün serpilip büyümesi de yine aynı şekilde zamanın geçip gittiğini gösterir bize.

***

İnsanoğlu zamanı daha iyi kullanabilmek ve pratik hayatını daha iyi tanzim etmek için “saat” denilen aleti icat etmiştir.

Saati, sadece iki gezegenden (akrep ve yelkovan) oluşan küçük bir gezegenler sistemi olarak da kabul edebiliriz.

Bu iki küçük gezegenin aldıkları pozisyona göre zaman tayini yaparız.

Güneş sistemi ayları, yılları ve asırları bize gösterirken, daha küçük zaman birimleri olan saniye, dakika ve saatleri masamızda, duvarımızda, cebimizde ve ya kolumuzda bulunan saat sisteminden takip ederiz.

***

Ne var ki, içimizdeki zamanı böyle en küçük dilimlerine kadar bölmek mümkün değildir.

Bazen bir dakika bize bir yıl gibi gelir, ve içimizdeki o bir yıl saatimizdeki bir dakika kadar, hatta ondan “daha gerçek”tir.

Çünkü asıl tecrübe edilen zaman, saatteki zaman değildir.

***

Zamanın akışıyla mekandaki değişiklikler bir daha geri gelmese de, ruhumuzda yığılan bütün deneyimler kaybolmamacasına “hatıra”mızdaki yerini alır.

Hatıra tek ve bütündür.

Ve bu deneyimlerin hiçbirinin nerde başlayıp nerde son bulduğunu göstermek, “hatıra”yı saat dilimleri gibi ayırıp bölmek kabil değildir.

Bu nedenle Bergson ve Proust zamanın akışkan ve bölünemez karakterine özellikle dikkat çekmişlerdir.1

***

Saatler sözkonusu olduğunda aklıma gelen ilk iki yapıttan biri ünlü İngiliz romancısı Virginia Woolf’un “Mrs. Dalloway” adlı romanı.

Dahası Woolf bu kitabına önce “saatler” adını koymuş, sonra her nedense değiştirmiştir.

Clarissa ve Septimus adlı iki karakterin, çeşitli nedenlerle topluma, o toplumun doğrularına ve dış dünyaya yabancılaşması ve kendi iç dünyalarında, olumlu/olumsuz hatıralarında yaşayan insanlara dönüşmesinin konu edildiği bu yapıtta, saatler ve saat sesleri en önemli motiflerden biri olarak karşımıza çıkıyor.

Ve saatler kahramanların yaşadıkları çatışma ve çelişkilerin merkezinde yer alıyor.

***

Daha evvel belirttiğimiz gibi “içsel zaman”da2 saat, dakika, saniye gibi ayrımlar olmadığından içsel zaman irrasyoneldir.

Clarissa ve Septimus’un dünyalarındaki saatlerin tık tıkları ise rasyonel olana işaret etmekte ve adeta içsel zamanın akışına müdahalede bulunan can sıkıcı unsurlar olarak belirmektedir.

Özellikle Londra’nın ünlü saati “Big Ben” her çalışında kahramanlarımız irkilmekte, sanki dış dünyanın katı ve disiplinli düzeninden tehdit almaktadırlar.

Yazarın Big Ben’in sesini “uzaklara değin ulaşan ve sonra eriyip kaybolan kurşundan dalgalara”3 benzetmesi bu nedenle anlamlıdır.

Yine, Septimus’un psikiyatristinin sürekli olarak her şeyin orantılı olması4 gerekliliğinden bahsetmesi, insan ruhunun matematiksel olarak analiz edebileceğini düşünenlere ironik bir göndermede bulunmaktadır.

Dolayısıyla Clarissa ve Septimus için saatler, dış dünyanın onların öznel alanlarına izinsiz giren ajanları gibidir ve sevimsizdirler.

Virginia Woolf, kahramanlarının gözünden aktardığı saatleri otorite yanlısı, katı, rasyonel, şımarık ve ukala bir anlayışı yansıtmakla suçlarken, o dönemin, insanın iç dünyasının karmaşık öznelliğini yadsıyan katı gerçekçi, pozitivist, rasyonalist bakış açılarını da eleştirmektedir:

“Harley caddesinin saatleri şu Temmuz gününde, zamanı parçalayarak, dilimleyerek, bölerek ve sonra böldüklerini de bölerek, kemiriyor, insanı itaata davet ediyor, otoriteyi savunuyor, ve adeta koro halinde oran ve orantının avantajlarını sıralıyordu. Bu saat gürültüsü yavaş yavaş azalmaktayken Oxford caddesinde bir saatçi dükkanında asılı duran dev gibi bir Messrs. Rigby ve Lowndes4, sanki saatin kaç olduğunu haber vermek büyük bir marifetmiş gibi, neşeli ve şımarık bir duyguyla saat 13:00’ü vurmaya başladı.

Yukardaki saate bakıldığında, markasındaki her bir harfin günün oniki saatine denk gelecek şekilde yerleştirildiği görülüyordu; zamanı Greenwich’e uygun ve güvenilir olarak gösterdiğinden, Rigby ve Lowndes5 için şuuraltında adeta bir minnettarlık duygusu uyanıyordu…”6

Üsluptan çıkarıyoruz ki, içsel dünyayı dışlayan saatlerin (yani saat zamanının ve rasyonalitenin) insana o tepeden bakışında Woolf, rahatsız edici ve incitici bir yön bulmaktadır.

***

Saatlerle ilgili aklıma gelen ikinci eser ise Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” dür.

Bu yapıtın saatleri daha farklı ele alan ve “saat zamanı”nın “içsel zaman”la çelişme halinde yansıtılmadığı Muvakkit Nuri Efendi ile ilgili kısımları özellikle dikkat çekici geliyor bana.

***

Muvakkit Nuri Efendi karakterinin yukarıdaki karakterlerin aksine, ne Tanrı’yla, ne toplumla, ne de tabiatla (tabiattaki oran duygusuyla) bir yabancılaşma sorunu görülmemektedir.

Ona göre saat sesi içsel zamanı örseleyen bir tehdit unsuru değil, “şadırvanlardaki su sesleri gibi”7 iç aleme yolculuğun, büyük ve ebedi inançlara açılan kapıların sesidir.

Tanpınar bu durumu kahramanın dilinden şöyle tasvir etmektedir:

“Herkes bilir ki eski hayatımız saat üzerine kurulmuştur. [ ]Her türlü ibadetler saatle idi. Saat Allah’ı bulmanın en sağlam çaresi idi.

Adım başında muvakkithaneler vardı. En acele işi olanlar bile onların penceresi önünde durarak [ ] saatlerini besmeleyle çıkarırlar, zamanın kendileri ve çocukları için hayırlı olmasını dua ederek ayarlarlar, kurarlar, sonra kulaklarına götürerek sanki yakın ve uzak zaman için kendilerine verdikleri müjdeleri dinlerlerdi.”8

***

Nuri Efendi bu eserde saatle olan ilişkisi yoluyla olgunlaşıp, erdem ve bilgeliğe ulaşmış birisi olarak çıkar karşımıza.

Tanpınar’ın Nuri Efendi’sinde saate bakış anksiyete sebebi değil, bir nevi ahlaktır:

“Bir kere hiddet ettiğini, bir kere bağırdığını gören olmamıştı. [ ] Beni adam eden saatlerdir derdi. [ ] Sık sık, Cenab-ı Hak insanı kendi suretinde yarattı; insan da saati kendine benzer icat etti” derdi. [ ] İnsan saatin arkasını bırakmamalıdır derdi.”9

***

Yazının başında belirttiğimiz gibi saat adeta küçük bir gezegen sistemi, bir mekan; akrep ve yelkovan’ın hareketi ise zamandır.

Bu durum Nuri efendi tarafından şöyle ifade edilir:

“Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki, zaman ve mekan insanla mevcuttur!”9

Bu ifadelerden Tanpınar için saat zamanının kesintisiz “varoluş”un duyumsanmasına engel teşkil etmeyen, hatta “oluş”a10 aktif olarak katılmaya olanak sağlayan bir olgu olduğunu çıkarabiliriz.

***

Burada bizim eski kültürümüzdeki “zamanın oğlu olmak”11 kavramı aklımıza geliyor hemen.

Yani zamanın şuurunda olarak ona yön vermek, onu biçimlendirmek, ona hakim olmak, ve ona ruh katmak.

Anladığımız kadarıyla Tanpınar’daki “saatin ayarı insandır” ifadesi buna tekabül ediyor.

***

İnsan saatlerle düşman olabileceği gibi onlarla dost hale de gelebilir.

Saatlerle özdeşleşmesi de mümkündür insanın.

Bu bağlamda insanın da bir ayarı olsa gerektir.

İşte o ayar kaybolduğu zaman gerek insan, gerek toplum ve ve gerekse zaman mekana mahkum olur, ruhsuzlaşır, derinliğini kaybeder, parçalanır, bölünür, oryantasyonunu yitirir.

İnsanın ayarını kaybetmesiyle zaman, sadece rasyonel bir oran orantı hesabına dönüşüverir.

Böylece insan, zaman karşısındaki eylem potansiyelinden, zaman ise insana her dem tazelik/coşku/can üfüren derinliğinden mahrum olur.

***

Ayar doğru tutturulduğunda subjektif olanla objektif olanın, irrasyonel olanla rasyonelin, bütünlükle parçalılığın, içsel olanla dışsal olanın arasındaki duvarlar kalkar; birinden diğerine her daim geçişler mümkün olur.

Bu iç içe geçmiş tutarlılık ve uyum evreninde saniyeden sonsuza yol vardır, sonsuz saniyeye rengini verir ve tüm saniyeleri bir “an” potasında eriterek sürekliliğini sağlar.

Birbirleriyle çelişmezler artık.

_________________________________

1 Bergson’un “süre” kavramı için bkz. Bergson H. Yaratıcı Tekamül (İstanbul: MEB Basımevi) 1986. Ayrıca çevirmen Mustafa Şekip Tunç’un kitaba yazdığı önsözde de yararlı açıklamalar bulmak mümkün.

2 İngilizcesi “mental time” ve ya “subjective time.” Saat zamanı ise “clock time” olarak belirtilir.

Daha önce bahsi geçen oran duygusu için ise “sense of proportion” kullanılmaktadır.

3 Woolf, V. Mrs. Dalloway (London: Penguin) 1996. s.104. Aktardığım bu kısmın çevirisi bana aittir.

4 Dönemin (1930’lu yıllar) çok ünlü saat markaları.

5 Dikkatle Bakıldığında Rigby ve Lowndes’ın toplam 12 harften oluştuğu görülecektir.

6 Age., s.113.

7 Tanpınar, A.H. Saatleri Ayarlama Enstitüsü (İstanbul: Dergah Yayınları) 2000. s.26.

8 Age., s.26.

9 Age., s.33.

10 Bize göre eski dilde “oluş” için zaman/kader anlamına da gelen “dehr” kullanılabilir.

11 Eski dilde “İbnü-l Vakt”.

No comments:

Post a Comment