ESERLER

ÇIKTI!



Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Hece, Ankara, 2015.



Bilinçli Yazarın Roman Üzerine Görüşlerine Dair Alçakgönüllü Bir Deneme

Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Serander, Trabzon, 2015.



Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Hece Yayınları, Ankara, 400sf., 2013.


Mustafa Zeki ÇIRAKLI,
VDM Publishing, Saarbrücken, 2010, 188 pages. [ENN Publication List 2010 Germany/Turkey]

(7) OKUMA ALEGORiLERi (Rousseau, Nietzsche, Rilke ve Proust'ta Figürel Dil) Paul de MAN, Çev. Mustafa Zeki ÇIRAKLI, PARADIGMA YAYINLARI, 2009, 356 syf.


Bütün dünyada onbinlerce edebiyat sever tarafından ziyaret edilmiş olan bu platformda şu ana kadar eklenmiş olan "makaleler"e en son çalışmalarımız da eklenerek blog'umuz zenginleştirilecektir. Blog'umuz'un en son güncellenmiş hali ve İngilizce versiyonu çok yakında erişime açılacaktır. İlginize teşekkür ederiz.

Foucault’nun Ne Söylediği


Mustafa Zeki Çıraklı

Bu yazıda Foucault’nun söylem eksenli düşüncelerine atıfta bulunarak, edebiyatın içine düştüğü bunalıma ilişkin bir çıkarsamada bulunmaya çalışacak, ve şu soruyu soracağız:

Varolan otoriteler olası güç ilişkilerini düzenleyerek kendini meşrulaştıran ve anlamlı kılan yeni söylemler yaratır ve toplumsal değişmenin oldukça karmaşık mekanizmaları her kriz yada geçiş döneminde buna tanık olur. Acaba farklı kodlara sahip yeni bir söylem mevcut otoriter söylemi delerek ve sarsarak yeni ve farklı bir değerler manzumesini anlamlı kılacak güç dengeleri oluşmasına katkı sunabilir mi?

***

Konumuz “Edebiyat ve İktidar” olunca, 20. yy.’ın seçkin düşünürlerinden Foucault’nun fikirlerine kulak vermek kaçınılmaz olur çünkü onun felsefesini oturttuğu ana kavramlardan biri tıpkı kendinden önceki kıta avrupası düşünürlerinden Nietzsche gibi “güç/otorite” (power) kavramıdır.

Bilindiği üzere yapısalcılık sonrası düşünce akımlarının ortak özelliği, düşünce evrenimizin aslında hiyerarşisi ve kronolojisi olmayan sonsuz bir metin, bu metnin de sonu gelmez bir “gösterme ve gösterilme” prosesine sahip göstergeler galaksisi olduğu fikrinde buluşmalarıdır.1

Tabii bu metin doğası gereği bir “söylem” yani “diskur” (discource) oluşturur.

Foucault’ya göre bu söylem yada söylemler senkronik değildir, değişkendir ve mevcut iktidarı elinde tutan gücün kontrolündedir.

O halde siyasi ve ekonomik, ideolojik ve sosyal kontrol mekanizmaları sınırsız ve evrensel bir metnin oluşturduğu söylemin çalışma prensibi olan salt gösterme ve gösterilme yani signifikasyon prosesine indirgenemez.

Tersine, bu proses ve yeraldığı söylem bizatihi mevcut iktidar tarafından manipüle edilir ve güdüm altında tutulur.

Yani hakim söylemin yada söylemlerin yaratacağı anlam, güç ilişkileri dikkate alınmaksızın anlaşılamaz.

***

Nietzsche’nin dediği gibi aslında mutlak bir hakikatten yada nesnel bir bilgiden bahsetmekten çoğu zaman acizizdir.

Çünkü insanlar bir fikri yada teoriyi “doğru” kabul ederlerken hemen hemen hiçbir zaman o devrin entelektüel yahut siyasi otoritelerinin veya yönetici elitlerin yaptığı tanımların dışına çıkamaz.

Bu nedenle Foucault, söylemlerdeki “ne, ne anlama geliyor” şeklindeki signifikasyon prosesine farklı bir gözle bakmaya çalışır.

Temel insani fiil olan konuşmanın (düşünmenin) doğal ürünü olan söylemdeki tarihsel değişimleri masaya yatırır.

Yani bir devirde “söylenmesi mümkün olan şey(ler)” bir başka devirde ifade edilemez hale gelebilir.

Bilimde dahi, öne sürülen bir teori belli bir dönemde anlamsız ve boş görülürken daha sonra kabul görebilir.

Foucault’ya göre, hakikati söylemek yeterli değildir, hakikatin içinde yer almak gerekir.2

Nitekim, O’nun delilik üzerine yazdığı ilk dönem yazılarında, mevcut bir delilik söylemi bulmanın zorluğuna işaret eder3, çünkü neyin normal ve rasyonel olduğuna hükmeden kurallar, dışlanacak olanları başarıyla susturmayı da becerirler.

Belli söylem kalıpları içinde düşünen/düşünmek zorunda olan bireyler dile dökülmeyen/yazılı olmayan bazı kural ve sınırlamalara riayet etmeksizin bir şey söyleyemezler yada söylediklerinde bu doğrudan onların deliliklerine işaret eden bir kanıt oluverir.

Susturulmaları gerekir bunların.

Ve bunu mevcut otorite sağlayacaktır.

***

Mevcut otoritelerin elinde adeta bir tür söylem hakimiyeti vardır.4

Bu nedenle belli disiplinlerin terminoloji üretmesinde de bir tür otoriter tavır aranabilir.

Bunun gibi, tekil olarak düşünüldüğünde kendine has bir söylem yaratan her yazarın (author) küçük çapta güce dayalı bir hakimiyet yani otorite (authority) ürettiğini yadsıyamayız.5

Halkayı büyüttüğümüzde bu küçük söylemler daha büyük söylemlerin içinde belli güç ilişkilerine hizmet ettiği oranda varolur yahut saçma ilan edilerek veya susturularak anlamsızlaştırılır.

Aslında her şey nihai anlamda tek bir söylemin içinde, ve o tek söylem de tek bir otoritenin elindedir.

***

Foucault özellikle belli tarihsel/siyasi dönemler arasında görülen temel değişimlere dikkat çeker.

Belli dönemlere ait söylemlerin ürettikleri anlamlardaki değişmelere yada oluşmuş konvansiyonel yorumlardaki kesintilere (discontinuity)6 işaret eder.

O halde yazılı tarih ve edebiyat böyle kesintilere uğramış sayısız söylemler toplamından başka bir şey değildir.

Her söylem kendi içinde konuşmayı/düşünmeyi mümkün ve anlamlı kılacak o devre özgü otoritelerce zihinlere kazınmış gizli kodlara da sahiptir.

Her dönemin arşivi yada Foucault’nun deyimiyle “pozitif şuuraltı”7 böylece oluşur.

***

Bilgi söz konusu olduğunda mevcut kültürümüzü ve düşünme biçimlerimizi oluşturan bir pozitif şuuraltı devreye girer.

Ne ki, bizim bundan yani “o” bilgiye erişimimizi mümkün ve zorunlu kılan arşivden haberimiz olmaz.

Bizden önceki bir arşivi fark etmemiz mümkündür çünkü artık onunla aramıza bir mesafe (critical distance) girmiştir.

Örneğin, Rönesans Edebiyatı’nı incelediğimizde çoğunlukla ondaki zengin söz oyunları dikkatimizi çeker, halbu ki Foucault bunun o dönemde benzerlik ilkesinin (resemblance) bilgiye ulaşmada önemli bir rol oynamasından kaynaklandığını belirtmektedir.

Yani her şey bir biri içinde yansımakta, hiçbir şey diğerleri olmadan varolamamaktadır.

Bunu John Donne’ın şiirlerinde sıklıkla görmekteyiz: bu şiirlerde muhayyile hiçbir zaman tek bir nesnede yoğunlaşmaz ve sürekli olarak soyutla somut, insanla Tanrı, bireyle evren arasında mekik dokur.

Şair Devotions’da8 ölümcül bir ateşli havale geçirme tecrübesini kozmik terimlerle anlatmak suretiyle mikrokozmoz (insan) ile makrokozmozu (evren) birbirine bağlar.

Titremeler “deprem,” bayılmalar “güneş tutulması,” ateşli nefes alıp vermeler “yıldızların yanıp sönmesi” ile tasvir edilir.

Bizim modern bakış açımızdan, Donne’ın bu betimlemelerinde Rönesans düşünme biçimlerinin ve bunun içinde oluştuğu söylemin etkilerini ayırt etmemiz mümkündür.

Ancak bu diskorsun içinde bu şiirleri üretenler dışardan bakma şansına sahip değildiler ve onlar ayrıca bu diskors içinde düşünüyorlar gerçeği de öyle algılıyorlardı.

***

Bu nedenle, Nietzscheyi takiben, Foucault da objektif bir bilgiye ulaşabileceğimiz kanaatini yadsır, özellikle de tarihsel bilgiye.

Tarih yazmanın her zaman için belli söylemler içinde mümkün olacağını ve hiçbir zaman bir bilim olamayacağını belirten düşünür, bu diskorsların da mevcut güç ilişkileri tarafından kontrol edildiğini savunur.

***

Foucault’ya göre her toplumun ancak belli bir söylemle birlikte kendini açığa vuran bir bilme yöntemi (epistem) vardır.9

Bunların ani değişime uğraması demek söylemin de değişmesi demektir.

Ancak ilginç olan, Foucault’nun geçmişteki bu tür kriz ve değişimlerle ilgilenerek günümüzdeki kırılma ve değişimleri takip edip anlamaya çalışmasıdır.

Çünkü O’na göre geçmişin anlaşılması bugünün anlaşılması için bir yol temin eder.

***

Diskurların kesintiye uğramaları ve yeni diskurların oluşması güç ilişkilerindeki değişme ve kesintiye işaret eder.

Siyaset, sanat ve bilim sahip olduğu gücü ve otoriteyi sadece sürdürmede değil bizzat elde etmede her zaman söylemden yararlanmıştır.

O nedenle der Foucault, her söylem bir şiddet içerir.10

Anlatmaya çalışmakta şiddetli bir taraf, anlama erişmede acılı bir yan her zaman mevcuttur çünkü.

Buna göre, daha doğru bir söylem yoktur, daha güçlü veya zayıf söylemler vardır.

Ve insan gerçeğine dair bir söylem yaratmak isteyenler de kaçınılmaz olarak bir güç ve otoriteye talip olduklarını bilmelidir.

***

Özetle, mevcut otoriteler olası güç ilişkilerini düzenleyerek kendisini onayacak, kutsayacak, kuvvetlendirecek ve parlatacak olan söylemler yaratır ve toplumsal değişmenin oldukça karmaşık mekanizmaları her kriz yada geçiş döneminde buna tanık olur.

Bizi asıl heyecanlandıran husus bunun tersinin de mümkün olması ihtimalidir:

Modernite karşıtı ve etik duruşu olan bir söylemin mevcut otoriteleri sarsarak güç ilişkilerinin kirlenen ağını zaafa uğratmayı başarması, hatta altüst ederek insan gerçeğine modern söylemin tüm olanaksızlıklarına rağmen işaret etmeye muvaffak olması ve insana -dolayısıyla kutsala- yeniden kapı aralamasıdır.11

Foucault’nun modern ve postmodern durumun, bu durum içinde üretilmiş söylemlerin ve bunları kontrol eden o çok donanımlı küresel kapitalizmin bir krizin eşiğinde olduğuna dair öngörüsü de “başka bir söylem mümkün” anlayışına doğru bizi evriltmektedir.12

Baskın epistemde artık bir değişme kaçınılmazdır ve bu kritik eşikte özellikle edebiyatçıların önemli rolü olacaktır.

Her kesimden edebiyatçılarımızın, özellikle de genç olanların, yeni bir hakikat inşasında (yada hakikatin yeniden inşasında) görev almanın heyecanını duymak yerine postmodernizmin oyuncaklarıyla oynamayı tercih ettiklerini görmek, insana dair bu yeni inşa ameliyesine katkıda bulunmaktansa köhnemiş otoritelerin söylemlerini onarıcı bulmacalar hazırlamakla meşgul olduklarına şahit olmak üzücü.

Ama öyle yada böyle, söz içine atıldığı kuyudan elbet yeni bir söylem ışığıyla kurtulmayı başaracak, ve o zaman geldiğinde günümüzü çok daha farklı okuyabileceğiz.

_________________________

1 Selden, R., Widdowson, P., Broker, P. (Ed.). A Reader’s Guide to Contemporary Literary Theory

(4th Ed.). (London: Prentice Hall, 1997) s.185.

2 Foucault, Michel. “Truth and Power” in the Foucault Reader, Ed. P. Rainbow (New York: Pantheon Boks, 1984) s.73.

3 Ki edebiyatta bunun istisnası olarak Kıyıcı Tiyatro’nun temsilcisi Antonin Artoud’yu gösterir. Ayrıca Bkz. “Madness and Civilization” (1961).

4 Bunlar sadece dışlama (exclusion) ve susturma (silencing) ile değil, ayrıca daraltma (rarefaction) yöntemiyle içerik ve anlamı belirlemeye çalışırlar.

5 Foucault, M. “What is an Author” in the Critical Tradition, Ed. D.H. Richter (New York: St. Martin’s Press) ss.978-988.

6 Bkz. Foucault, M. “Nietzsche, Genealogy, History” in in the Foucault Reader, Ed. P. Rabinow (New York: Pantheon Boks, 1984) s.90.

7 Selden, R. (Ed.) A.g.y., s.186.

8 Örnek a.g.y.’tan alınmıştır. Şiir için Bkz. The Norton Anthology of English Literature (5th Ed.) Ed. M.H. Abrams, (London: Norton, 1986) ss.1105-1111.

9 Richter, a.g.y., s.951.

10 Tabii bu şiddet olgusuna ille de olumsuz yaklaşmak gerekmez çünkü bu da modern düşünme biçimlerinden biri olur.

Ayrıca Foucault’nun güç (power) dediği şey sadece baskıcı (repressive) bir mekanizma değil ayrıca üretken bir dinamik olarak da düşünülebilir.

11 Bu mevcut bağlamda bir tür delilik söylemi olacaktır elbette.

12 Foucault gerçeklik yada hakikat denen şeyin gücün bir işlevi olarak ortaya çıktığına inanır ve özgürlüğün ancak tüm otoriter sistemlerin (buna dil de dahil) ve söylemlerin yıkılmasıyla mümkün olabileceğini söyler. Muhtemeldir ki, kendisi de bunun olanaksızlığının farkındadır. Aslolan güç ve otoritenin yada söylemin yadsınması değil, azami çerçevede insanileştirilmesidir.

13 Mevcut söylemin bir krizin eşiğinde olduğunu göremeyip, onun altı ve içi boş ruhsuz ehramına taş taşıyan bulmaca türü edebiyat meraklılarına gelince… Onlar hakim söylemin otomatiğe bağlanmış mekanizmasından basmakalıp eğlenceler devşiren kartondan figürleri olarak kalacaklar.

No comments:

Post a Comment