Mustafa Zeki Çıraklı
Bu yazıda argo’ya Mikhail Bakhtin’in görüşleri ve kavramları ışığında bakmaya çalışacağız. Onun özellikle sözcesöylem (utterance), karnaval, diyalog (dialogy), heteroglosya, çokseslilik (poliphony), otoriter söylem, kanonizasyon gibi kavramları üzerinde durduğumuzda, argonun Bakhtinci anlamda edebi söylemi diyaloğa açan ve çoksesli hale getiren önemli bir araç olduğunu görmekteyiz.
Sosyal bir kurum olarak ortaya çıkan karnaval, çoksesli edebiyatın canlı bir alegorisini yaparken, meşru ve “cici” söylemden dışlanmış tabakaların gündelik dilleri ve argo, Bakhtin’in karnavalında kendine elbet bir yer bulur. Karnaval, Bakhtin’e göre, ötekiliğin rahatlıkla sergilendiği yerde mümkündür çünkü. Bu yönüyle sadece farklı karakter ve onları karakterize eden/belirleyen farklı söylemler değil,[i] bunlar arasında kurulan görece tuhaf ilişki ve diyalog anlam kazanır. Bir diyaloglar ağı kuran karnavalın çoksesliliği, ön plana çıkar. Diyalog ve ilişkiler adeta ete kemiğe bürünür, cisimleşir.
Romancı/sanatçı kendine ait, ele avuca sığmaz, otoriteleri sarsan ve söylem kalıplarını kırarak hiyerarşileri altüst eden bir soytarı olarak, karnavalda argoya özel bir yer ayırmıştır.[ii]
Bir yandan karnaval meydanındaki kralın tacını başından alıp orta yerde dolanıp duran bir dilencinin başına yerleştirmekte, sonra tekrar alıp −üstelik de önü arkaya gelecek şekilde− kendi başına koymakta, bir yandan da panayır meydanında dolaşan yankesicilerin ceplerini çaktırmadan boşaltmaktadır.
Bilinçli bir seçim yaptığı dikkate alındığında, romancı, alt diller ve argo sayesinde meşru iktidar alanını sarsarken ayrıca argonun kendi özerk iktidar alanının kodlarını deşifre ederek onu da tehdit etmektedir.
Michael Adams’ın belirttiği gibi argo belli koşullar[iii] olmaksızın salt dilbilimsel bir gösteren (sign) olarak semiyotik ilişkiler ağına giremez. Argo bir kelime ya da söylemin temel özelliği ya da niteliği olamaz çünkü bir kelime ya da söylemi argo yapan şey kelimeyi kimin, nerede, ne zaman ve ne amaçla kullandığı ile belirlenir. Bakhtinin tabiriyle söylersek, bir sözcesöylem olarak argo, tamamen kendinde içkin anlam birimlerine değil, belli şartlara bağlı ve o şartlar yani heteroglosya içinde anlamlı yapılara işaret eder. Diğer söylemlerle sürekli diyalog içindedir. Diyalojik olduğu için sürekli yeni ilişkilere açıktır. Kutsallaştırılmış teksesli monoloğu yadsır. Hayatın dinamiği içinde monolog zaten mümkün değildir. Monolog ancak tepeden dayatma ile bir müddet mümkündür. Monolog gibi görünen şey aslında edebi diskurun “susturma, bastırma ve dışlama” süreçleriyle alakasına işaret eder. Argo, tam da Bakhtin’in belirttiği manada, susturulmuş “öteki”lere ait olduğu için, edebi metinleri (şiir ya da roman) novelize etmekte, edebi söylemi diyalojik ağa sokmakta, dilleri yarmakta, birbirine karmaktadır.§
Bakhtin’in Otoriter Diskur/İçten gelen Diskur ayrımı hatırlanırsa,[iv] hakim otoritenin söylemi bizi dıştan kuşatır ve üzerimizde baskı kurar. Adeta bir tabudur, dokunulmaz. Onu sadece ezberleriz. İktidarın ve kurulu düzenin dilidir o. Ahlaksız ve başıbozuklar onunla sınanır, terbiye edilir ya da dışlanır. Buna karşılık, bir de içten gelen söylemler vardır. Bir metni kendi kelimelerimiz, kendi aksanımız, kendi tonlamalarımızla yeni baştan okumaya (anlatmaya) benzer. Kendi diskurumuzu otoriter diskurdan ayırma kendimize bir iktidar alanı açma çabasıdır bu. Argonun oluşmasına yol açan dürtülerden biri de budur.
Gerçi, bizim söylemek istediğimizle (kastettiğimizle) kelimeler arasında her zaman az ya da çok kapatılamaz bir mesafe vardır. Kelimeler her zaman başkalarının kelimeleridir çünkü, der Bakhtin. Argo bu mesafeyi kapatmakla uğraşmaz, bizzat kendi kelimeleriyle konuşur. Bunu yaparken, aslında kurulu düzenin imtiyazlı ve muktedir odakları tarafından onaylanan söylemi ve kanonizasyon düzeneğini tehdit eder. Kanonizasyonun en belirgin özelliği ise, dilin ve kültürün heteroglot doğasını inkar etmesi, onu teksesliliğe mahkum etmeye çalışmasıdır.
Argoyu ve günlük dili dışlamayan edebi söylem, kanonlarla dalgasını geçer, konvansiyonel onay kurumunu hasta eder, onunla zıtlaşır, onu sokar, iğneler, rahatsız eder, eski köye yeni adetler getirir.
Bakhtin’in roman (novel) ile yeni ve farklı seslere açık olma (novelness) kavramlarını birbirinden özenle ayırdığını ve ikincisine özellikle dikkat çektiğini biliyoruz. Bu anlamda argo, edebi söylemin yeni seslere kulak vermesini sağlayan bir vasıta ve çoksesliliğe açılan kapılardan biridir diyebiliriz. Yine Bakhtin’e göre, novelness farklılaşan bir şuur durumuna işaret eder, ki bu öncelikle ötekinin farkına olma şuurudur. Komik durum yaratma, günlük hayatı yakından tanıtma, gerçeği olduğu gibi aktarma aracı ve dilde yeni arayışların, başkaldırının, klişelere ve hakim söyleme isyanın, yabancılaşma ve toplumdan dışlanmışlığın göstergesi olarak argonun edebiyatta yer alması, edebi diskurun diyalojiye, yani hayata açılması demektir.
Bir sözcesöylem onunla diyalog kuracak yeni söylemler nedeniyle sürekli yeni anlamlar kazanabilir. Böylece “kod” kırılmış olur. Bu, “söz”ün önceliğidir. Argo bu süreçlerde bir diyalog unsuru olarak karşımıza çıkar. Dolayısıyla söylem görsel olmaktan çok sözel bir nitelik arzeder. Ses’tir. Özgün bir tonlaması, ahengi, ritmi vardır.[v] Her “ses” ya bir irade ortaya koyar ya da arzuyu perdeler.
Bakhtinci görüş, metne nispetle bağlamı yani konteksti önceler. Her söylem, bir daha aynı şartlarda bir araya gelmesi imkansız sayısız sosyal, tarihsel, psikolojik, fiziksel hatta meteorolojik koşullarla yani heteroglosya’yla oluşur. Dolayısıyla bir utterance aslında bir matristir. Edebi eserler matristir. Diller, alt diller, argo da bir matristir. Her söylem kendinden önceki ve sonrakilerle diyalog halindedir ve onlar tarafından belirlenir. Her söylem kendini oluşturan koşulların izlerini taşır. Dolayısıyla yine Bakhtin’in eşzamanlılık kavramını hatırlamaktayız burada. Argo aynı anda ama farklı düzeylerde diyalojik bir ilişkinin içinde bulur kendisini. Bir yandan kurulu anlam haritalarının dışında farklı bir anlam kazanma çabası içindeyken, bir yandan da mevcut kod/anlamlarla ilişkiye geçerek hem onları kamçılar (argonun bir adı da kayış dildir) hem de onları yeniden üretmiş olur. Argo ve onun zenginleştirdiği edebi dil böylece eşzamanlı olarak hem tarihsel hem de estetik bir rol üstlenmiş olur. Bir yüzü şimdiye bir yüzü ise geçmişe dönüktür klişe tabirle. Her sözcesöylem heteroglot’tur, onu oluşturan iç ve dış koşullar sistematize edilemez ve biriciktir. Ayrıca her söylem diğer söylemlerden izler taşır çünkü onlara verilmiş bir cevaptır (responce) aynı zamanda. Bu da yaşamın olduğu kadar onu yansıtmaya/anlamaya çalışan edebiyatın diyalojik doğasına işaret eder.
***
Söylemin inşa sürecini ifşa süreci takip eder. İzler deşifre olduğunda görülür ki, aslında her roman kahramanı, her edebi söylem bir ideoloji taşır, hatta ideolojinin kendisidir. Fakat kelime ve söylemler ideolojiyi taşımakla kalmaz aynı zamanda ifşa da ederler.
İdeolojinin ilk ihaneti kendinedir.
...
[yazının devamını bu ayki Hece'de bulabilirsiniz...]
Notlar ve Referanslar
[i] Bakhtin’in en temel kavramlarından “utterance” söylem, sözcesöylem, söz, sözce, ifade, söyleyiş olarak çevrilebilir. Biz burada sözcesöylem ya da genel olarak söylem demeyi tercih ettik. Utterance’ın Sausurre’ün parole kavramı ile birlikte geliştirdiği edimsözden (speech-act) den farkı, diyalojik (ve hegelyan tabirle diyalektik) süreçlere açık olması, bugün ya da yarın, er ya da geç alacağı bir cevapla (responce), bir karşı-söylemle buluşacaktır. Süreç şöyle işler: Uttarance ile öznel deneyim nesnelleşir, sonra diyalojik sürece katılıp diğer cevabi bir utterance (responce) içinde yeniden öznel bir tecrübeye dönüşür. Bu böyle devam eder gider (utterance-responce chain). Ayrıca bkz. Michael Holquist, Dialogism, Routledge, New York, 2000.
[ii] Hulki Aktunç, argonun bir grubun dili, kendi sosyal çevreleriyle sınırlı yaşayan ve toplumun geri kalan kesimlerinden ayrılmak ya da korunmak isteyen bir grubun benimsediği özel sözcükler bütünü, aynı zamanda işlevsel bir dil oyunu, bir çeşit şifreleme olduğundan bahsederken, onun “toplumun geri kalanından korunmak için kalkan görevi görecek gizli bir dil” olarak ortaya çıktığını belirtir ve edebiyatın “halkla ilgili, günlük yaşamla ilgili temalara değindikçe argo sözcükleri taşıyageldiğini” söyler. Madem ki, argonun temelinde gizlilik vardır, der Aktunç, o halde “okur bu gizliliğe ilgi duyacak, halkçı yazarlar da gizliliğin ortadan kalkmasına yardımcı olacaklardır.” Bkz. Hulki Aktunç, Büyük Argo Sözlüğü, YKY, 7. baskı, 2009, ss. 379-412.
[iii] Santripetal/santrifügal etki ve koşullar. Bkz. M. M. Bakhtin, The Dialogic Imagination, University of Texas Press, Austin, 1992.
§ Tam da bu nedenle argo edebiyatın bir konusudur ve bizim ilgi alanımıza girme sebebi budur.
[iv] Bakhtin’in söylemlerdeki etkileşim ve yarılma süreçlerini militarist çatışma kavramıyla açıkladığı dikkate alınmalıdır. Oysa ortada varolan çelişki hayatın doğasında içkin çeşitlenme dinamiğinin tabii bir yansıması olarak da düşünülebilir.
[v] Bakhtin’e ait önemli kavramlardan biri orkestrasyon kavramıdır. Bu görme semiyolojisinden duyma polifonisine geçiş diyebiliriz. Orkestrasyon, farklı sosyal tabakalara ait seslerin çoksesli (polphonic) bir diskur oluşturmak üzere düzenlenmesini ifade eder.