ESERLER

ÇIKTI!



Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Hece, Ankara, 2015.



Bilinçli Yazarın Roman Üzerine Görüşlerine Dair Alçakgönüllü Bir Deneme

Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Serander, Trabzon, 2015.



Mustafa Zeki ÇIRAKLI, Hece Yayınları, Ankara, 400sf., 2013.


Mustafa Zeki ÇIRAKLI,
VDM Publishing, Saarbrücken, 2010, 188 pages. [ENN Publication List 2010 Germany/Turkey]

(7) OKUMA ALEGORiLERi (Rousseau, Nietzsche, Rilke ve Proust'ta Figürel Dil) Paul de MAN, Çev. Mustafa Zeki ÇIRAKLI, PARADIGMA YAYINLARI, 2009, 356 syf.


Bütün dünyada onbinlerce edebiyat sever tarafından ziyaret edilmiş olan bu platformda şu ana kadar eklenmiş olan "makaleler"e en son çalışmalarımız da eklenerek blog'umuz zenginleştirilecektir. Blog'umuz'un en son güncellenmiş hali ve İngilizce versiyonu çok yakında erişime açılacaktır. İlginize teşekkür ederiz.

Trabzon, “Yeşilyurt Oteli” ve “Bu Yağmur”

Bu Yağmur Bu Yağmur Bu Kıldan İnce

Necip Fazıl’la Kesişen Yollar: Trabzon, “Yeşilyurt Oteli” ve “Bu Yağmur”

Trabzon, 10 Mart 1999

Önce Trabzon’a geldiğim o ilk günü anlatmalıyım.

Ya da sadece Yağmurlu bir gündü demekle yetinmeliyim.

Yağmurlu bir gündü…

16 Aralık

Ne söyleyebilirim ki böyle umarsızca ve beni hiçe sayarak toprağa düşen bu yağmura karşı.

Dün istifa ettim memurluktan. Bugün yeni bir memuriyete başladım.

Dün geldiğim yer de yağmurluydu, bugün burada da yağmurlu bir gün.

Ve yarın hangi başlangıç ve bitişler…

Ne arabesk bir haldeyim.

Hüzünlü, şaşkın ve de yalnız…

Yanlış adrese postalanmış mektup gibiyim.

11 Ocak

Gece. “Canım sıkılıyor.”

Bu ifadeyi de hiç sevmiyorum.

Ne demek yani şimdi bu?

Dışarıda yağmur, içerde ben, içimde yağmur.

İki yağmur arasında sıkışmış gibiyim.

Sadece sözcük olarak bile insanı bir çağrışım sağanağı altında bırakan yağmur, onca hatırayı, aşkı, yorgunluğu, hüznü, gurbeti ve onca yalnızlığı buluşturuyor.

Olmakla ölmek arası bir berzahı en çok yağmur yağarken yaşıyor, susmakla konuşmak arasında geriliyorum.

Her bir damla yağmurun eşyaya dokunarak içimdeki tellerde gezinişi bestelenip duygu yoğunluklu sessiz bir şarkıya dönüşüyor sanki.

Gayri-ihtiyari gözlerimi camlardan kaçırıyorum.

16 Ocak

Necip Fazıl’ın “Baali”sini okuyorum.

Sayfa 151: “Trabzon’da bir hal…ebedi bir yağmur… yağmur değil, pudra gibi incecik bir çiseleme… Vicdan kıvranışı, ter döküşü gibi bir şey… bir gün, on gün değil, hep böyle, gece ve gündüz böyle.”

Geldiğim şehri ne güzel tasvir etmiş üstad.

“Bu Yağmur” şiirini de burada, Trabzon’da yazmış:

Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince

Nefesten yumuşak yağan bu yağmur

Bu yağmur, bu yağmur bir gün dinince

Aynalar yüzümü tanımaz olur…

Anlattığına göre Necip Fazıl bundan tam altmış küsur yıl evvel bir gece Shakespeare’in “Hamlet”ini izlemek üzere gittiği salaş tiyatro salonundan daha oyun bitmeden çıkıyor…

“Kıldan ince” ve “nefesten yumuşak” bir yağmur altında kaldığı “Yeşilyurt Oteli”ne dönerken yolda kafasına mıhlanmış şu satırları mırıldanıyor:

-Horatio bana bir şey söyle…

-Ne söyleyeyim efendimiz?

-Ben burada daha fazla yapamayacağım Horatio…

-Nerede yapılabilir ki efendimiz?

Otele varır varmaz bavulunu alıp sanki “tiyatro perdesinde sisler içinde bir vapur resmine benzeyen” limandaki gemiye atlayıp kapağı İstanbul’a atıyor.

İçimden şu soru geçiyor:

“Ya ben nereye gideyim efendimiz?”

10 Şubat

Camdan dışarıya dalıyorum.

Silikleşmiş birer gölge halinde yağmur altında dolaşan insanlar, hatlarını yitirmiş varlıkçıklar…

Denizdeki dalga misali kıvrılarak varoluşa geçen mekanda zamanın da sessiz sessiz yağdığını duyar gibiyim.

Her şeyin bir rüya olduğunu yağmur yağarken anlıyorum en çok.

Yağmur hızlanıyor…

Gölgeler telaşlı bir koşuşturmada.

24 Şubat

Defterime karaladığım bir iki satır:

Bendeki ihtiras ve alnımın azizliği

Yağmur’un kesildiği andan bir an öncesi

Ellerime düşerler kuru bir yaprak gibi

Açılır ardına dek bulutların perdesi

10 Mart

Kanapede uzanmış ben de Hamlet’i okuyorum.

I have of late,—but wherefore I know not,—lost all my mirth, forgone all custom of exercises; and indeed, it goes so heavily with my disposition that this goodly frame, the earth, seems to me a sterile promontory…

“...lost all my mirth... the earth seems to me a sterile promontory...”

Kitap kayıyor elimden.

Bırakıp, cama yöneliyorum.

Yağmur.

Elinde bavuluyla Üstad gözümün önüne geliyor.

Her günkünün tersine -hep- yağmakta olan yağmuru camdan izlemek yerine kendimi dışarı atıyorum.

Yağmur ebediyen kaybolmayacak izlerini mekana kazırken, bende açtığı yaralarla ona karışıyorum.

Ellerim cebimde, boynum çekik, sırtım bükük, gözlerim kısık, koşuşturmacalar arasında bir siluet, bir gölge oluveriyorum.

Nefes alışverişlerimiz yaşadığımızı vehmettiredursun, nefeslerimizde eriyeni belki en çok yağmurun yağışında seyrediyoruz.

Zağanos Köprüsü’nün kaldırımları akıyor ayaklarımın altından.

“Uzun Sokak” kısalıyor.

Birkaç dakika ve…

“Yeşilyurt Oteli.”

Biliyorum Üstad’ın dertleştiği ağaç orada yok.

Kaldığı oda ve yazı yazdığı masa artık yoklar.

Bana gelince, ne alelacele toplanmış bir valizim var elimde, ne de cebimde bir otobüs bileti.

Ben “karanlığın kovulmadığı” düşünce ve his dünyamı anlamasını beklemediğim gölge insanlara çarparak dönüyor, otelin arkasından dolanıp Üstad’ın bir vakitler yağmuru seyrettiği taş pencerelerin altından “kaldırımlar”a* yöneliveriyorum.

___________________________

* “Kaldırımlar” aynı zamanda N.F.K.’le özdeşleşmiş en ünlü şiirlerden biridir.

1 comment:

  1. necip fazıl'ın yeşilyurt otelinde kaldığı bilgisine güvenerek sohbet meclislerinde kullanabilr miyim?kesin doğru değil mi:)

    ReplyDelete